Fareler, kediler ve paralar

Fareler ve kediler, pek çok roman, hikaye, şiir, kıssa, hiciv, çizgi roman, çizgi film, belgesel ve filme konu oldu, en çok da hayvan hikayelerinde (fabl) işlendi. Bu iki hayvana ilişkin en erken yazınsal örnekleri MÖ 7- 6. yüzyılda yaşadığı düşünülen Aisopos’un (Ezop) masallarında buluruz. Daha sonra Herodotos, Strabon, Plinius, Aristoteles, Aelianus gibi bazı Antik Çağ yazarları farelere ve kedilere ilişkin gözlemlerini ve duyduklarını anlattılar. Eski Mısır, Mezopotamya, Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı eserlerinde de bu iki hayvanın resmedildiğini görüyoruz; pek çok görsel örnek, duvar resimleri, vazo üzerindeki betimlemeler, mozaikler, heykeltraşlık eserleri, sikkeler ve minyatürlerde karşımıza çıkar. Çin, Hint ve Fars masalları da fareler ve kedilere ilişkin metaforik anlatımlarla doludur. Yıllara adını veren 12 hayvanlı Çin astrolojisinde farenin yer alıp da kedinin yer almamasının nedenini ya da kedinin fareyi niye sevmediğine ilişkin ipuçlarını yine Çin masallarında bulabiliriz. Keza, Çin takvimini andıran İslamiyet öncesi Türk takviminde de fare yer alır, kedi yer almaz. 8. yüzyıla tarihlenen ve Hint kökenli Beydebâ’ya atfedilen Kelîle ve Dimne masal kitabı, hayvan hikayelerine ayrılmıştır. 14. yüzyıl Fars hiciv ustası Ubeyd-i Zâkânî’nin ‘Fare ile Kedi’ (Mûş u Gurbe) masalı, farelerle kedilerin şarap mahzeninde başlayıp savaş meydanında sonlanan mücadelesini anlatırken, aslında zamanın insanının ikiyüzlülüğünü ve ahlakını sorgular. Birçok masalda farenin, kendisinden çok daha güçlü olan kediye karşı bir meydan okuması söz konusudur, sonu bazen hüsranla bitse de!

Fareler ve kediler, 17. yüzyılda yaşamış La Fontaine’in masallarında gülümseten ve düşündüren pek çok anlatıya konu olmuştu; kuşkusuz La Fontaine de kendisinden önce yaşamış ve pek çok hayvan masalına imza atmış Ezop, Beydeba veya başka Fars ve Arap hiciv ustalarının masallarından beslenmişti. Keza, Ahmet Mithat Efendi’nin 1870’de yayımladığı ve hayvan hikâyelerinin çevirilerinden oluşan Kıssa’dan Hisse adlı kitabı da aslında yazarın kendinden önce yayımlanmış hayvan hikâyelerinden (fabl) esinlenerek ya da kopyalanarak üretilmiş bir eserdir. Şinasi de Tercüme-i Manzume (1870) adlı eserinde La Fontaine’den çevirilere yer vermiş olup daha sonra kendisi de hayvan hikayeleri yazmıştır.

Günümüze ya da 20. yüzyıla gelindiğinde; John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar (1937) adlı romanı çağdaş edebiyatın baş yapıtlarından biri olarak gösterilir. O tarihten sonra farelere ve kedilere ilişkin ama yine metaforik tarzda- başka eserler de yayımlandı. Örneğin Günter Grass’ın Kedi ve Fare (1961) kitabı gibi…

Miki Fare tasvirli 1 Disney Doları.

1928 yılı, bir anlamda farelerin şirin ve zeki canlılar olduğunu akıllara sokan bir “olaya” sahne oldu. Walt Disney, Ub Werks ile birlikte insan kılığındaki fareyi canlandıran Miki Fare (Mickey Mouse) çizgi kahramanını yarattı. Bundan birkaç yıl önce kurulan Walt Disney Şirketi, sadece Disneyland türü eğlence merkezlerinde veya kendi hediyelik eşya mağazalarında mal veya hizmet alımlarında kullanılmak üzere ‘Disney Doları’nı da satışa çıkardı.

Dewey – Dünyanın Kalbine Dokunan Kütüphane Kedisi, Vicki Myron, Pegasus Yayınları, 2009.

Miki Fare’nin yarattığı animasyon ve çizgi roman atmosferi, yeni oluşumlara da yol açtı. 1940’lı yılların başında, William Hanna ve Joseph Barbera’nın yarattığı ‘Tom ve Jerry’ animasyon serisi hem çizgi romanların hem de televizyonların vazgeçilmezi oldu. Ev kedisi Tom ile aynı evi paylaşan ev faresi Jerry arasında geçen olayları anlatan küçük öyküler, sadece çocukların değil, yetişkinlerin de beğeniyle izlediği, okuduğu öyküler oldu. Vicki Myron’un, Brett Witter’in katkısıyla kaleme aldığı Dewey. Dünyanın Kalbine Dokunan Kütüphane Kedisi (2008) ve benim de neredeyse bir solukta okuduğum Nana adlı bir kedinin başından geçen hikayelerin yer aldığı, Hiro Arikawa’nın Gezgin Kedinin Günlüğü (2018) başlıklı kitaplar günümüzün en çok okunan kedi hikayeleri arasındadır. Bu bahsettiğim tüm kitaplar, başka dillere olduğu gibi Türkçeye de çevrildi. Fareler ve kedilerin sanat ve edebiyatta nasıl yer bulduğuna -bazen gerçek kimlikleriyle, bazen insan kılığında ve metaforik anlatımla- kısaca göz attıktan sonra, onları biraz daha yakından tanıyabiliriz.

FARELER

Kemirici bir tür olan fareler Muridae familyasından olup ortalama 2-3 yıl yaşarlar. Hepçil hayvanlardır; vücutları siyah, gri, kahverengi veya beyaz tüylerle kaplıdır. Genetik yapısı insanlara benzer. Yılda beşten fazla doğum yapabilirler ve bir doğumda ortalama 5-6 yavru dünyaya getirirler. Tükürük salgıları narkoz etkisi yaptığından, geceleri uykuda olan canlıların uzuvlarının uç kısımlarını kemirmekte pek beceriklidirler, canlılar bunu hissetmezler. Genelde, tarlada yaşayan fareler tarla faresi, lağımda yaşayanlar lağım faresi, evlerde yaşayan küçük fareler ise ev faresi ya da fındık faresi olarak adlandırılır. Farelerin yaşam alanlarına göre ayrımını, MÖ 1. yüzyıl Roma lirik ozanı Horatius da yapar. Ona göre, farelerin, kırsal ve şehir olmak üzere iki yaşam alanları vardı. Herodotos ise, Libya’nın doğusunda yaşayan 3 tür fareden bahseder: İki ayaklılar, zegeries ve ekhinees. Son ikisi bölgeye özgü fareler olsa da Herodotos’un iki ayaklılar olarak bahsettiği hayvanların -fareye benzese de- kuzey Afrika ve Asya’da yaşayan jerboa denen başka bir tür hayvan olduğu açıktır.

KURBAĞALAR İLE FARELERİN SAVAŞI: BATRAKHOMYOMAKHİA

Homeros’a atfedilen ama başka Antik Çağ yazarları tarafından da ele alınan bu masal şöyledir:

Bir kediden kaçan Fare Prens, dinlenmek ve su içmek için bir gölün kıyısında durduğunda yanına Kurbağa Kral gelir ve onu gölün karşı tarafındaki krallığına davet eder. Fare Prens, Kurbağa Kralın sırtına biner ve Kurbağa Kral, sırtında Fare Prens olduğu halde gölde yüzerek ilerlemeye başlar. Gölün ortasına geldiklerinde karşılarına bir su yılanı çıkar ve Kurbağa Kral, sırtındaki Fare Prensi unutarak suya dalar ve Fare Prens boğularak ölür. Olayı gören kıyıdaki bir başka fare, bu vahim durumu hemen diğer farelere bildirir ve fareler Kurbağa Krallığı’na savaş ilan eder. Kurbağalar ise, Fare Prensin ölümünden kurbağa halkını değil sadece kendi krallarını sorumlu tutarlar ve kendilerinin suçsuz olduğunu bildirirler. Tam bu sırada, Tanrı Zeus olayı fark eder ve Tanrıça Athena’dan farelere yardım etmesini ister. Athena, farelerin vakti zamanında kendisine haylazlık yaptığını söyleyerek yardımı reddeder. Bunun üzerine hiçbir tanrı savaşta taraf tutmaz. Sonunda savaşı fareler kazanır ancak fareler o kadar hırslıdır ki kurbağaları zalimce öldürmeye başlarlar. Zeus, kurbağaların tamamen yok olmasını önlemek için yengeçleri çağırır; fareler kaçar, savaş biter.

Antik Çağ’da fareler, ürünlere zarar verme, veba gibi hastalıkları yayma ve bazen tam aksi olarak iyileştirici özellikleriyle bilinirdi. Bazı kaynaklarda fındık faresi hatta daha büyüklerinin Romalıların sofralarını süslediğine dair bilgiler vardır. Özel davetlerde bal ve haşhaş tohumuna bulanmış fındık fareleri elit partilerde sevilen yiyecekler arasındaydı. Plinius, fareleri “evin sakinleri” arasında sayar ve evleri yok ettiklerinden, görünen her şeyi, hatta demiri bile yediklerinden, onlar yüzünden insanların yerlerini terk etmek zorunda kaldıklarından bahseder. Latin yazar Aelianus, bir binanın çökeceğini ilk farelerin hissettiğini ve binayı hızlıca terk ettiklerini söyler. Aristoteles, nüfuslarının hızla artabileceğini ve bir tarlayı bir günde talan edebileceklerini belirtir; çiftçilerin onları uzak tutmak için domuz beslediklerini veya ateş yaktıklarını, gelincikler ve tilkilerin de nüfuslarını kontrol etmede yardımcı olduklarını anlatır.

Eski Yunan geleneğinde, tarlaları fare istilasından korumak için ufak bir kâğıda -farelere hitaben- şu notun yazılmasının yararlı olacağı inancı vardı: Bu tarladaki ürünlere zarar vermezseniz size başka bir tarladaki ürünleri bırakacağım. Fakat fareler buna uymayıp tarlaya girerse, çiftçi, notun yazılı olduğu kağıdı yedi parçaya ayırırdı! ‘Tarihin Babası’ olarak anılan Herodotos, Mısır kralı Sethos’un, rüyasında, tanrıların kendisine yardımcı olacağını görünce cesaretlendiğini ve bir savaşı kazandığını anlatır. Çünkü düşman, fare istilasına uğramış ve fareler düşmanın sadaklarını, oklarını, kalkan kayışlarını yiyip bitirmişlerdir. Herodotos ayrıca, elinde fare tutan bir Sethos heykelinden bahseder. Benzer bir hikayede, Strabon, Troya’daki Hamaksitos kentinin kuruluşu sırasında farelerin kolonistlerin silahlarının deri kısımlarını kemirip işlevsiz hale getirdiğinden bahseder ve Apollon Smintheos ile fare arasında ilişki kurar.

Güney İtalya’daki Metapontum kentinin MÖ 4. yüzyıl gümüş sikkelerinden bazılarının arka yüzünde bir buğday başağının kenarındaki yaprağın üzerinde sola dönük bir fare yer alır. I. Antigonos döneminde Mysia bölgesindeki Lampsakos’ta (Lapseki) basılmış gümüş drahmilerin bazılarının arka yüzünde yer alan tahtında oturan Zeus tasvirinin hemen solunda sağa dönük bir fare yer alır. Aslında fare, Lampsakos’un önem verdiği bir hayvan olmalı ki MÖ 4-3. yüzyıla tarihlenen bazı gümüş drahmilerin arka yüzündeki kanatlı at tasvirinin hemen altında da yine sağa dönük bir fare görülür. Fare, özellikle Troya bölgesinde, Apollon’un sıfatıydı ve tanrı, Apollon Smintheos ‘Fare Apollon’ olarak da anılırdı. Antik Çağ yazarı Aelianus’tan öğrendiğimize göre Apollon Smintheos Tapınağı’nda beyaz fareler beslenirdi. Yine Strabon’dan öğrendiğimize göre, orada, adına inşa edilmiş bir tapınak ve içinde de ayağının dibinde bir fare ile tasvir edilmiş Apollon heykeli vardı. Nitekim, MÖ 3. yüzyıla tarihlenen bazı Aleksandreia sikkelerinin arka yüzünde, ayakta bir Apollon Smintheos tasviri ile ayaklarının dibinde iri bir fare betimlenmiştir.

Makedonya, gümüş drahmi, I. Antigonos Dönemi, arka yüz, MÖ 4. yüzyıl başı. CNG EA 509, 62.

FIÇIDAKİ FARE (EZOP MASALLARI’NDAN):

Bir zamanlar farenin biri, mayalanma aşamasındaki bir şarap fıçısının içine düşmüş. Oradan geçmekte olan bir kedi, farenin sesini duyup niye ciyakladığını sormuş. ‘Çünkü burada sıkışıp kaldım, çıkamıyorum’ diye cevap vermiş fare. Kedi, ‘Seni fıçıdan çıkarırsam bana ne verirsin?’ diye sormuş. Fare, ‘Ne istersen’, diye cevap vermiş. Kedi, ‘Peki şimdi seni kurtarırsam, bir gün çağırdığımda gelir misin?’, demiş. Fare, ‘Tabii ki gelirim’, demiş. Kedi, fareden yemin etmesini istemiş. Fare, yemin etmiş. Bunun üzerine kedi, fareyi çekerek fıçıdan kurtarmış ve deliğine gitmesine izin vermiş. Bir gün kedinin karnı acıkmış ve farenin deliğine giderek onu çağırmış fakat fare delikten çıkmayı kabul etmemiş. Kedi, ‘Hani çağırdığım zaman gelmeye yemin etmiştin, unuttun mu?’ demiş. Fare cevap vermiş: Haklısın kedi kardeş ama yemin ettiğimde malum şarap fıçısındaydım, ne dediğimi bilmiyordum, sarhoştum!

Nadir de olsa fareyi günümüz kağıt paralarında da görmek mümkündür. İskoçya’da basılan 5 pound’luk kağıt paraların ön ve arka yüzü bir şaire ve bir fareye ayrılmıştır. İskoçya’da kağıt para basma yetkisine sahip Cyledesdale Bankası’nca basılan bir dizi kağıt paranın ön yüzünde, 18. yüzyılda yaşamış İskoçya’nın ulusal şairi Robert Burns’ün bir resmi yer alır. Paranın arka yüzünde ise yaban gülleri arasında bir tarla faresi resmedilmiştir. Söz konusu para, Burns’ün 200. ölüm yıldönümü anısına ilk olarak 1996’da basılmış; daha sonraki yıllarda yeni basımları da yapılmıştır. Paranın arka yüzünde yer alan farenin kuşkusuz bir hikâyesi var. Burns’ün en meşhur şiirlerinden biri ‘Bir Fareye’ adını taşır. Söylenceye göre, Burns, tarlasını sürerken bir tarla faresinin yuvasına zarar verir ve üzüntüsünden bu şiiri yazar. 1996’da üzerinde Robert Burns’ün şiirinden bir mısra, bir fare ve sağ üst köşede Kraliçe II. Elizabeth’in portresinin yer aldığı pullar da basılmıştır.

İskoçya, 5 pound, 2002.

20. yüzyılın başlarında yaşamış olan John Steinbeck’in de Fareler ve İnsanlar adlı romanında, Robert Burns’ten etkilendiği görülür. Steinbeck’in romanında farelerin ve insanların planlarının her zaman umulduğu gibi gitmediği iması vardır; bir anlamda kader birliği vurgusu, bir tür metaforik anlatım… Hatırlanacağı üzere, Fareler ve İnsanlar romanındaki bir karakter, sevmek için avucunda sıktığı bir fareyi istemeden öldürür. Daha sonra roman karakterlerinden bir adam da karısına aşırı sarılarak, boynunun kırılmasına ve ölümüne neden olur. Kadının kocası kasaba sakinleri tarafından linç edilmek üzereyken, onların eline düşmemesi için kendi arkadaşı tarafından öldürülür! Ölümün acı yüzünün, fareler ve insanların kader çizgisinde birleştiği vurgusu acıdır ve bir o kadar da okuyanı sarsar…

KEDİLER

Kediler, Felidae ailesine mensup olup yaşam süreleri ortalama 12-15 yıl arasındadır; ancak her canlının olduğu gibi, kedilerin de ömürlerinin yaşam koşullarıyla orantılı olduğunu söylemeliyiz. Kedinin yeryüzünde ilk ortaya çıktığı tarihi kesin olarak söylemek mümkün olmasa da bu tarihi binlerce yıl öncesine götürmek olası. Kedinin anayurdunun Kuzey Afrika olduğu ise artık kabul edilen bir görüş. Kedi, Eski Mısır uygarlığında kutsal sayılıyordu ve çıkardıkları miyav sesinden dolayı olsa gerek ‘miu’ olarak adlandırılıyordu. Genelde Eski Çağ toplumlarında kedinin neden önemli ve kutsal sayıldığını anlamamız için, önce, kediyi böylesine önemli yapan özellikleri bilmemiz yerinde olacaktır. Bunları, salgın hastalıkları taşıyan ve tahıl ambarlarına zarar veren fare ve sıçan gibi kemirgenler ile yılanlar ve böcekler için önemli bir silah olmaları, doğuştan varolan avlanma hünerleri, insana göre altı kat daha fazla olan etkili gece görüşleri, bazen uzun mesafelere yolculuk ettikten sonra başladıkları noktaya geri dönebilmeleri, nem ve hava basıncındaki değişiklikleri hissedebilmeleri ve sarsıntıdan önce sergiledikleri davranışla depremi önceden sezmeleri şeklinde sıralayabiliriz.

Kedi heykeli. British Museum EA64391, Mısır, Hanedanlar Dönemi.

Mısır’da erkek kedi, Güneş Tanrısı ile özdeşleştirilirdi. MÖ 1500 civarından itibaren Mısır’ın en güçlü ilahı olan Güneş Tanrısı Ra’nın kendisini kedi formunda gösterdiğine inanılırdı. Her gece Ra, Atum-Ra’da bir kedi formunda vücut bularak yeraltı dünyasına seyahat eder ve orada en büyük düşmanı şeytan-yılan Apophis ile karşılaşır ve büyük bıçağıyla yılanı keserdi. Böylece ertesi sabah Güneş Tanrısı olarak dönüşünü emniyete almış olurdu. Bu sahnenin resmedildiği sayısız Mısır papirüsü vardır. En uzun süreli ilişki, kedi ile ay arasındaydı. Kedinin gece alışkanlıkları tıpkı Güneş Tanrısı örneğinde olduğu gibi -gözbebeklerinin çizgi biçiminden yuvarlak biçime dönüşmesi- onun ay ile olan kutsal bağına işaret ediyordu. Gerçekte, Ay Tanrıçası’nın kedide vücut bulduğuna inanılmaktaydı. 22. sülale zamanında dişi kedi bir diğer tanrıça Bastet ile ilişkilendirildi.

Eski Yunanca’da kedi sözcüğü (gerek ev kedisi gerekse yabani kedi için) ailouros idi ve bu isim iki sözcüğün birleşmesinden oluşmuştur: Aiolos (hareket etme) ve ouros (kuyruk). Buna, “hareketli kuyruk” ya da “kuyruk sallayan” gibi bir anlam yükleyebiliriz. Aristoteles, kedilerin 6 yıl yaşadıklarını söyler.Kuşkusuz Eskiçağ’da kedilerin ömrü günümüzdekinden daha kısaydı. Aelianus, kedilerin kötü kokulu şeylerden iğrendiklerini, bu yüzden dışkılarını boşaltmadan önce toprakta bir çukur açtıklarını ve sonra da toprakla üstünü örttüklerini anlatır. Plinius, birçok gece avcısı hayvanda olduğu gibi kedilerin de gözlerinin geceleyin parladığından ve bunun da avlarını korkuttuğundan bahseder.

HERODOTOS, MISIR KEDİLERİNİ ANLATIYOR:

Şüphesiz, Mısır’da evcil hayvan pek çoktur. Ama eğer kediler bazı kazalara kurban gitmeselerdi, bu daha da çok olacaktı. Dişi kedi yavruladığı zaman erkek kediye sürtünmez; erkek kedilerse dişilere yanaşmak isterler, ama boşuna. O zaman erkek kediler dişilere bir oyun oynarlar; yavruları ya hile ile ya da zorla kaparlar, öldürürler; ama yemezler. Yavrusuz kalan dişi yeniden yavrulamak ister, bunun için de erkeğe yanaşır. Ayrıca, yangın çıktığı zaman kediler bir çeşit kutsal çılgınlığa tutulurlar; Mısırlılar onları korumak için, kedileri ortaya alıp bir zincir yaparlar; hatta yangını söndürmeyi bile unuturlar, kediler aralarından kaçar, alevlerin içine atılırlar. Mısırlılar bunu büyük kayıp sayarlar. Eğer bir evin kedisi doğal bir ölümle ölürse, o evde oturanların hepsi kaşlarını kazıtırlar; eğer ölen köpekse, kafa da beraber bütün gövde kazınır. Kedi öldüğü zaman Bubastis’e götürülür ve mumyalandıktan sonra özel bir mezarlığa gömülür.

İtalya’daki Rhegion ve Taras (Tarentum) antik kentlerinde basılmış olan ve MÖ 5. yüzyıla tarihlenen gümüş bazı sikkelerin arka yüzünde, kediyle oynayan kent kurucusu betimlenmiştir. Berlin Devlet Müzeleri koleksiyonunda bulunan bir Rhegion sikkesinin arka yüzünde kent kurucusu lokaste, tabure tarzı arkalıksız tahtında oturuyor; tahtın altındaki kedi, bacaklarının altındaki ufak topla oynuyor şeklinde resmedilmiştir.

Kediler, Roma uygarlığında da önemliydi ve pek çok sanat eserinde tasvir edilmişti. İmparatorluğun batı bölgelerinde ise kişi isimleri ile ilgili ilginç bir durum karşımıza çıkar. Cognomen ya da lakap olarak “küçük kedi” veya “yavru kedi” anlamına gelen Felicula veya Felicla adını taşıyan kadınlar; keza “kedi” anlamına gelen Cattus ve Catta ile “küçük kedi” anlamına gelen Cattulus veya Cattula adını taşıyan erkek ve kadınlar vardır. Bu tür bilgilerin çoğunu mezar taşlarından almaktayız. Bizans toplumunda da kediye bakış Romalılardan pek farklı değildi. Ancak, Ortaçağ’da “içinde şeytan var” yaftalamasıyla karşı karşıya kalan kedilerin vahşice öldürülmesi, insanlık tarihinin ya da Hıristiyan tarihinin en büyük zalimliklerinden ve kötülüklerinden biri olarak anılır. 13. yüzyılda “kedilere savaş açan” Papa IX. Gregorius’un kedi katliamındaki rolü tarihe çoktan kazınmıştır.

Bu arada bir parantez açarak, Osmanlı toplumundaki mancacılık uygulamasından da bahsetmek isterim. Osmanlı toplumunda kedi, köpek gibi sokak hayvanlarının beslenmesinde mancacılar önemli rol oynardı. Genellikle cami köşelerinde, meydanların bir ucunda veya çarşı pazara yakın yerlerde faaliyet gösteren mancacılar, adını, kedi-köpek maması anlamına gelen manca’dan almışlardır. Mancacılar; mancayı ya hayvan beslemek isteyenlere satar veya isteyenler mancacıya para vererek sokak hayvanlarını onların beslemesini isterdi. Varlığı daha önceye gitse de özellikle 19. yüzyılda sık görülen mancacılık geleneğinin 20. yüzyılın ilk yarısına kadar devam ettiğini anlıyoruz. Kuşkusuz günümüzde de gönüllülerin veya hayvanseverlerin sokak hayvanlarının beslenmesi ve korunmasına yönelik çabaları devam ediyor.

Parantezi kapattıktan sonra şimdi günümüz paralarındaki kedi görselleri ile devam edebiliriz. Örneğin, Britanya’nın batısında, İrlanda Denizi’nde yer alan Man Adası, kuyruksuz kedileriyle ünlüdür ancak son yıllardaki “vergi cenneti” yakıştırması, kedilerinin önüne geçmiştir ve muhtemelen adada yaşayan kediler de bundan büyük rahatsızlık duyuyorlardır!

İç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Birleşik Krallığa bağlı olan Man Adası’nın parasının, devletin aldığı karar gereği, İngiliz parası ile aynı paritede olması kabul edildi. 1 kronluk paralarda yer alan ve adaya özgü olan Man kedisi, kısa kuyruğu ve adeta toparlak görünümüyle bir hayli ilginç ve sevecen bir kedidir. Kökeni Kelt diline dayanan Manx sözcüğü, Ada’ya aidiyeti ima ettiğinden, Man Adası’nın parası ve kedisi de Manx ismiyle anılır.

Beatrix Potter, masal kahramanlarının hayvanlar olduğu çocuk kitaplarıyla ünlü İngiliz yazar ve çizerdir. İlk çocuk kitabı Tavşan Rabbit’in 1902’de yayımlanmasından sonra 1930 yılına kadar art arda çok sayıda kitap yayımladı. Tom Kitten masal kitabı ilk kez 1907’de okurlarıyla buluştu ve sonraki yıllarda yeni edisyonları da çıktı. Kitabın kahramanları Mittens, Tom Kitten ve Moppet adlı üç yaramaz kedi yavrusudur. Hikâyeye göre, eve misafirlerini davet eden ev sahibi, üç yavru kediye temiz kıyafetlerini giydirdikten sonra -misafirleri gelinceye kadar- üst başlarını kirletmemeleri şartıyla onları bahçeye bırakır. Ancak, yaramaz yavrular eve öyle kirli gelirler ki ev sahibi onları, misafirler öyle görmesin diye, üst katta bir yere kapatır ve yavru kedileri görmek isteyen misafirlerine de onların kızamık olduklarını söyler. Tom Kitten masallarından amaç, çocuklara görgü kurallarının öğretilmesi ve bunlara uyulması pratiğini vermektir. Tom Kitten adlı masal kahramanı kedi yavrusu, Birleşik Krallık’ın tedavüle çıkarılmayan ama hatıra olarak basılan 50 pence’lik paralarının arka yüzünde resmedildi; ön yüz ise Kraliçe II. Elizabeth’in portresine ayrıldı. Bu hatıra paraları hem gümüş hem de bakır-gümüş alaşımlı metalden basılmış olup altın kaplama örnekleri de satışa sunuldu.

Bolivya paralarında karşımıza çıkan And kedisi ise, boz-kahverengi tonda kürkü ve halka şerit desenli uzun kuyruğuyla dikkat çeken bir yabani kedi türüdür. Genellikle, And Dağları’nın kayalık, çalılık yüksek kesimlerinde yaşarlar. Uzun kuyrukları, kayalıklardaki avlanma sırasında dengeyi korumalarını sağlar. İnsanlara yaklaşmaktan korkmayan bu kediler, Bolivya’nın yerli halkı arasında “titi” olarak anılırlar ve Bolivya kağıt paralarında resmedilmiştir. And Kedisi, Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nin kırmızı listesinde yer alır, yani nesli tükenmekte olan hayvanlardandır.

Birleşik Krallık, 50 pence, arka yüz, 2017.
Bolivya, 200 bolivianos, arka yüz, 2019.

Bu yazının konusunu oluşturan fareler ve kediler, faunanın yani hayvanlar aleminin aktörleri olsalar da binlerce yıldır insanlarla aynı habitatı paylaştılar ve halen de paylaşıyorlar. Antik Çağ’dan bu yana sanat ve edebiyatta kendilerine yer bulan bu iki hayvan, zaman zaman Eski Yunan ve Roma sikkelerinde karşımıza çıktığı gibi, günümüz devletlerinin paralarında da sevilerek kullanılmaktadır. Yazıda; sokak kedilerine, Ankara kedisine veya Van kedisine yer veremedim, bir başka yazıda diyelim… Ama kedi meraklılarına ve hayvanseverlere, Hazine ve Maliye Bakanlığı Darphane ve Damga Müdürlüğü’nün koleksiyonunda Ankara kedisi görselinin yer aldığı 20 YTL ve 1 TL hatıra paraların bulunduğunu hatırlatmak isterim. Bu yazının başında sorduğum bir soru vardı: Fareyle kedi arasındaki ilişki, düşmanlık ya da av ve avcı çerçevesinde mi değerlendirilmelidir yoksa bunun ötesine geçen şeyler de var mıdır? Bu yazıyı sonuna kadar okuyanlar umarım ki sözde iki düşman karakterin ya da onlara yakıştırılan av ve avcı rollerinin ötesinde bir şeyler bulmuşlardır!

Ankara Kedisi, hatıra 1 Türk Lirası’nın ön yüzü.

*Koç Üniversitesi, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü

(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir